Aziz YILDIRIM

1998 senesinde başkan seçildiğinde ben üniversite ikinci sınıfın ortasındaymışım. Fenerbahçe o gün de çok büyüktü. Aradan 13 sene geçti. Bugün Fenerbahçe başka bir yerde. Bunu ister şikeci durumuna düştü diye algılayın, ister tesis zengini oldu, 5 kez şampiyon oldu, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final gördü şeklinde.
Bir çok söylemi oldu başkanın. Herkes cımbızladı, kesti biçti, işine geldiği gibi yorumladı. Daha dün yemekhane sırasında “Aziz Yıldırım kendi demedi mi ‘Bu iş masa başında yapılıyormuş, bunu öğrendim’ diye” lafını telaffuz edebildi Fenerbahçeli bir arkadaşım. “Sen yapma bari” dedim. Demecin aslı “Futbol sahada kazanılmıyor”. Kastettiği kulübün saha dışında da güçlü olması gerektiği ama kastettiği tabii ki şike şaibe değil. Finansal güçlülükle, tesisleşmeyle vesaire.
“Yürüye yürüye şampiyon olmamız lazımdı” demişti. Zico’yu bu lafla gönderdi sözde. Inter’i yenen, Sevilla’yı eleyen, Chelsea’yi zorlayan takımın ligi kazanamamasını kastederken maksadını aşmıştı belki.
“Galatasaray’ın UEFA kupasını kazanması tesadüf” dedi. Tişörtler yaptırıldı hemen rakip tarafından. “Planlamayla gelmeyen başarılar devamlılık sağlayamazsa tesadüf olarak kalır” demek istemişti. Galatasaray’ın 2000 senesinden beri izlediği yol, bugün sportif ve finansal anlamda geldiği nokta ortada.
Aziz Yıldırım, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasında mutlaka birilerinin izah etmesi gereken doneler bırakmasıyla kusurlu olabilir. Ama bunları kasıtlı olarak tekrarlayarak bunlardan nefret malzemesi çıkarmak başka bir akıl sisteminin ürünüdür.
Aziz Yıldırım grupları bitirmesiyle bilinir. Ondan önce Fenerbahçe kongresinde başkan olmak için kendi yönetimini seçemezdi adaylar. Oyları elinde tutan gruplardan yönetimin içine adam sokulurdu. Birbirleriyle rakip olan, Fenerbahçe’nin sağladığı menfaatleri kırışmak için yarışan gruplardan kaça kişinin gireceğiyle belirlenirdi kimin başkan olacağı. Sonrasında kurulan yönetim de böyle bir sürecin sonucunda yamalı bohça olurdu ve birlikte hareket edemezdi. Aziz Yıldırım’ın seçildiği 1998 seçimlerinden sonra bu durum ortadan kalktı. Nasıl kalktı, grupların tamamı bir şekilde birlikte hareket etmeye başladılar. Üye profili değişti vesaire.
Arkasından tribün gruplarıyla papaz oldu Aziz Yıldırım. Önceleri kendisinin de yararlandığı grupları tribünden atma yoluna koyuldu. GFB’yle başladı. Durmadı, tribünde tribün ruhuyla müsemma ne varsa staddan uzaklaştırmaya çalıştı. “Aileler de, karılı kocalı, çoluklu çocuklu gelip maç seyredebilmeli” derken atmosferi katlettiğini göremedi. Ailelerin izlemesi için sağlanması gereken şartların tribün kovalayan kesimin varlığıyla örtüşmeyeceği yanılgısına düştü. İkisinin aynı anda, aynı ortamda ama farklı yerlerde bulunabileceğini anlayamadı. Bu konuda tribün gruplarının da tavizsiz tavırları olmadı değil. Gösterilen yerleri beğenmediler vesaire. Bunları da çirkin yöntemler kullanarak çözdü. Ama çözdü. Sonunda bir nevi curva oluşumuyla taraftar toplandı.
Kendi yönetime aldığı isimlerle ters düştü. En bilinenleri Hakan Bilal Kutlualp, Saadettin Saran, Rahmi Eyüboğlu, İlhan Ekşioğlu. Saadettin Saran’ı kulüpten ihraç ettirdi, Hakan Bilal Kutlualp’i genel kurulda azarladı, Rahmi Eyüboğlu ve İlhan Ekşioğlu’nu da yine topluluk içinde azarlayarak küstürdü. Yönetimde giderek tek adam oldu. Stadda uçan kuşun hesabını sordu, altında çalışanları da tembelleştirdi. Böyle olunca yaptıklarıyla sivrilen, ön plana çıkan isimlere karşı önyargılı davrandığı dillendirilmeye başladı. Mehmet Ali Aydınlar bunun en bilinen örneği yine.
Camianın evlatlarına gereken kıymeti göstermedi. Kulüpte kimi kilit pozisyonlara camia dışından, ezeli rakibin sembol isimlerinden monte etti. Bunların kendi ismini kullanarak at koşturmasına göz yumdu. Benzeri durumu bilfiil oyuncu transferlerinde de gerçekleştirdi. Fatih Akyel, Tümer Metin, Emre Belözoğlu, Kaya Peker gibi Fenerbahçe’yle geçmişinde arıza olan isimlere Fenerbahçe forması giydirdi, kaptanlık verdi.
Bütün bunları yaparken Dereağzı tesislerini uluslararası çapta modernize etti ve futbol altyapısının hizmetine sundu. Diğer amatör branşların da binalarını yenileyerek aynı kompleks içinde yer verdi. Samandıra’daki tesislerin inşaatını bitirip A takımını şehirden ve gözlerden uzaklaştırdı. Bunu yaparken o takımın idmanlarını izleyip büyüme şansını kaçıran bir nesle de imza attı ancak dedikodu zincirini kırmak için buna mecburdu diyebiliriz. Şükrü Saracoğlu Stadı’nı maç oynanırken tribün tribün yıkarak yeniden yaptı. UEFA Kupası finali oynanacak hale getirdi. Bu stat revizyonunu camiadan yaratılan öz kaynaklar ve dış sponsorluklarla gerçekleştirdi.
1907 zamanında bu isimle kurulan kulübün resmi lisanslı ürün zincirini Fenerium adıyla modernleştirdi. Mağazalar zinciri haline getirdi ve kulübün kısa bir dönem de olsa bu zincirin markasını taşıyan formalar giymesine önayak oldu. Markayı parlattı ve camianın da ilgisiyle çeşitliliği ve mağaza sayısını arttırdı. Bütün bunlarla diğer yerli kulüplerin aksine yayın gelirinin birinci sıradan üçüncü sıraya inmesini sağladı. Kombine geliri ve Fenerium gelirleri yayın gelirlerinin önüne geçti. Böylelikle kulüp maddi açıdan dışarıya değil kendisine dönmüş oldu.
Amatör branşlarda şubelerin çağ atlamasına önayak oldu. Basketbol ve voleybol gibi ön plandaki amatör branşlarla kalmayıp, kürek, masa tenisi, boks, atletizm gibi olimpik sporlara da katkıda bulundu. Bu branşlardaki sporculara imkan sağladı. Basketbol ve voleybolda erkekler ve kadınlar branşlarında ayrı ayrı sponsorluk anlaşmaları sağlayarak yapılanmadaki maddi yükü dağıttı. Bunlardan kadın voleybol şubesindeki Acıbadem ve erkek basketboldaki Ülker modeli büyük maddi yükümlükleri üstlendi. Bu üstlenme kontrolün zaman zaman elden çıkması sınırına dayanmasına rağmen geride kalan süreçte sportif açıdan doğru işlemiş gözüküyor. Kadın basketbolda Galatasaray hegemonyasına son verilerek hedef Avrupa olarak belirlendi. Erkek voleybol bunların en öksüz branşı olmasına rağmen o branşta da başarılar eksik olmadı. Nitekim 2010-11 sezonu beşibiryerdeyle sonlanırken maddi açıdan en az yatırım alan bu branş da şampiyonlukla taçlandırıldı.
Aziz Yıldırım’ın 3 Temmuz 2011’de başlayan gözaltı ve tutukluluk süreci şu anda kulübün başkansız yönetilmesinde sorun olduğu izlenimi uyandırıyor dışarıdan bakan bir göze. İçerisini bilenler zaten “Her şey başkandan sorulur” ifadesini hiç sektirmeden dile getirebiliyorlar. Bu nedenle bile kurulan ve üzerinden 13 yıl geçen Fenerbahçe yönetimlerinde yapısal bir sorun olduğu aşikar. Nitekim başkanın icraatlerindeki olumsuz yönler ne zaman dile getirilse çözümsüz kalan “Tamam gitsin de, yerine kim gelsin” sorusu da bu yapısal sorunun sonucu. Aziz Yıldırım’sız bir Fenerbahçe düşünemeyecek hale getirilmiş bir camia var.
13 yıl boyunca kulüpte demokratik olmaktan uzak bir ortam yaratan, sağlıklı bir muhalefetin varlığına dahi izin vermeyen bir yapı oluştu. Bu yapı pek çok zaman kraldan çok kralcılar tarafından pompalandı. Kongrede söz almaya kalkanlara izin vermeyen divan kurulları, hasbel kader çıkıp yönetimi eleştirenlerin perde arkasında başkanın adını kullanarak ihraç dedikoduları çıkaranlar olmadı değil. O kendini böyle bir duruma konumlandırırken Aziz Yıldırım’sız Fenerbahçe düşünemeyenler yönetime her muhalefet edeni başka hesabı olan isimlerin yanında konumlandırarak muhalefetsizliğe çanak tuttular. Saadettin Saran ve Hakan Bilal Kutlualp dışında basın önünde eleştiren kimse kalmadığı için, tek tük ses çıkartabilen herkes de bu isimlerin yanına itildi ve onların adamı olmakla itham edildi. Düzeyli ve yapıcı eleştirilere bile kulak tıkandı.
Aziz Yıldırım çok iyi bir Fenerbahçeli. Fenerbahçe’yi onun kadar seven herhangi bir Fenerbahçelinin, onun konumuna gelmesi, kulübe başkan olması halinde olacağı kadar korumacı. Belki biraz daha fazla. Severken öldüren cinsten biraz. Geldiğinde bulduğu Fenerbahçe, basının oyuncağı, kulübün içerisinde ne olsa onlarca katı abartılarak kamuoyuna sızdırılan, bu nedenle yapış yapış ilişkilerin kulübün iliğine kemiğine işlemiş durumda olduğu bir Fenerbahçe’ydi. Böyle bir durum tatlı dille, güzellikle çözülmez. Bu süreç doğal olarak düşmanlar yaratır. İçeriden en iyi dedikoduyu sızdıran adamın suyu kesilirse suyu kesene düşman olur. Güçlenmeye devam edersen yerinde gözü olanı kızdırırsın. Düşmanların artar.
Bunları yaşadı. Bu süreçte yaptıklarını bundan yıllar sonra anlatma imkanı olursa okuyup, dinleyip “Adam haklıymış” deme olasılığımız bile var. Bu yolda, kendisini gerçekten anlayan, suyuna gidecek ama aynı zamanda fikirlerini de ifade edebilecek pek fazla yandaş bulamadı. Kendi karakter yapısı böyle çalışmaya müsait gözükmese de, şeker hastalığının da getirdiği asabiyeti sık sık yolunu kesse de tüm bu süreç boyunca yanında olan isimler bile gerçek anlamda kader yoldaşı olamadılar. Farklı görevleri yerine getiren isimler oldular ama gerçek anlamda ‘yönetici’ olabildiler mi, tartışılır. Bendeki izlenim olamadıkları yönünde. Nihat Özdemir gibi yolun en başından beri işin içinde olan bir isim bile başkanın yokluğunda asbaşkan sıfatına rağmen inisiyatif alamaz halde gözüküyorsa burada bir sorun var.
“Başkan içeride, bilmem kaç yıl hapsi isteniyor, Fenerbahçeliler tutukluluğunun kalkması için imza topluyor, yürüyüşler yapıyor. Maçlarda resminin basılı olduğu tişörtler giyip yüzünün olduğu maskeler takıyor. Evde, işte, okulda, sokakta çevresindeki tacizlere karşı başkanını savunuyor, sen neyin derdindesin tüm bunları sayıp dökerek” diyeceksiniz. Hakkınızdır.
Tüm bu yukarıdakileri söyleyen biri olarak ben bile Aziz Yıldırım’a yapılanların haksızlık olduğunu düşünüyorum. Sözün özü budur.


Yorum Gönder

Yorumunuz Başarıyla Yapıldı